HEAT’İ TEKRAR TEKRAR İZLEMEK İÇİN 10 NEDEN

Live A+ - Heat
Live A+ - Heat

********* FİLM HAKKINDA SPOILER İÇERMEKTEDİR *********

 Heatposter

1. Beğen ya da Nefret Et

Bir kere filme gereken saygıyı göstererek ve bu yazının yazarının rengini ilk baştan belli ederek başlayalım; Film bir başyapıt. Bundan sonra söylenecekler, belli edilen bu rengin ışığında ne kadar inandırıcı olacaktır bilinmez, ancak filmin hakkını teslim etmek ve sinema tarihindeki yerini kabul etmek gerektiği bir gerçek. Devam eden maddelerde tek tek değinilecek olan özelliklerin bir araya gelmesiyle ortaya konan şey gerçek anlamda bir eser. Zaten filmin, değerlendirildiği her ortamda, ortalamanın çok üzerinde notlar alması da bu görüşü destekliyor. Film, dünyaca kabul edilen sinema kaynağı imdb.com’da 8.3 Rating ile sitenin imdb 250 listesinde yer alıyor. Aynı şekilde internet üzerinde kabul gören  sitelerden Rotten Tomatoes’de %86, allmovie.com’da 4/5 yıldız,movies.msn.com’da 4.5/5 yıldız, movie-list.com’da ise 4.42/5 yıldız ile aldığı yüksek beğeni oranları ile göz kamaştırıyor. Hal böyle iken filmin genel izleyici üzerindeki etkisini reddetmek olanaksız: Genel izleyicinin büyük bölümü filme hayran.

Öte yandan bir grup izleyicinin ise filmden nefret eder durumda olduğu da su götürmez bir gerçek. Tabii ki, sevenler ile nefret edenlerin sosyolojik ya da demografik karşılaştırmasını yapmak ne mümkün ne de yazarın haddine değildir. Ancak beğenmeyen (daha doğrusu nefret eden) izleyicilerin biraz “ben bilirim” tarzı üstten bakan, entellektüel olma çabaları içinde olduğu da açıktır. Yine de “zevkler ve renkler” diyerek herkesin görüşüne saygı duyup, beğenmeyenlerin, beğenmeme sebeplerine kısaca değinelim (malum, beğenenlerin beğenme sebeplerine daha uzun değineceğiz).

Beğenmeyenlerin ağırlıklı eleştirisi görsel konularla ilgilidir ki uzmanlık alanımız olmadığından bunun değerlendirmesini siz sevgili okuyuculara bırakmak en iyisidir. Örneğin, zamanımızda yerini Greenbox’a bırakan Bluebox kullanılarak hazırlandığı ve Neil McCauley ile Eady’nin Los Angeles’ın gece ışıklarını Eady’nin tepedeki evinden izledikleri sahnedeki (bkz: “Los Angeles Gece Yukarıdan Ne Güzel Değil mi Eady?”) görsel sonucun “beğenmeyenler” tarafından, izleyicinin gözüne gözüne sokulan bir sahtelik barındırdığı ifade edilmektedir.

Filmle ilgili bir başka eleştiri ise senaryo ile ilgilidir. Yine aşağıda bu konuda daha derin detaylar verilmeye çalışılacaktır ancak beğenmeyenlerin bir çoğu senaryonun yeterince derinlikli olmadığı, klişelerle dolu olduğu gibi eleştiriler yapmaktadırlar. Hatta, alt metinlerin / alt hikayelerin, yeterince yer almadığı, yeterince detaylı işlenmediği gibi yorumlar da bulunmaktadır. Ancak başka bazı eleştirel yorumlarda ise tam tersine fazla alt metin bulunduğu ya da filmin gereksizce uzun, detaylarla dolu ve sıkıcı olduğundan bahsedilmektedir. Dolayısıyla, her ne kadar her görüş yeterince saygıyı hak etse de eleştirenlerin ortak bir bakış açısı olmadığını aşikardır.

Diğer taraftan ise “beğenen” izleyicilerin büyük bölümü verdiği notu “Güzel” den kat kat yukarı taşımakta, adeta filme tapmaktadır. Yazarla aynı görüşte olan bu kesim, filmin kesinlikle şimdiye kadar çekilmiş en güzel ilk “X” film arasında yer aldığını düşünmektedirler. Bunlardan bazıları “X” in yerine 5, bazıları 10 bazıları ise 100 rakamını koymaktadırlar.

Bu iki görüşün de birbirinden ne kadar uzak olduğunu, zıt uçlarda olduğunu düşündüğümüzde, birinci maddemizin başlığı ortaya çıkmaktadır. Bu filmi ya çok seversiniz ya da nefret edersiniz. Arası yoktur.

 

2. Yönetmen

Michael Mann’ın da kariyeri için, yazının konusu filmi “Heat” ile benzer yorumlar aldığını belirterek başlamakta fayda var. Sevenleri kadar sevmeyenleri de mevcut bir sinema figürü.

Kendisi, macera, biyografi ve dram tarzında da (“The Aviator”, “Ali”, “The Last of the Mohicans”) eserler üretmiş olmasına rağmen asıl ününü “Suç Filmi Dehası” olarak edinmesini sağlayacak yeterli miktarda eseri olduğu açıktır. Bunlardan belki de en unutulmazları, ülkemizde de bir döneme damgasını vuran Miami Vice’dır. Bunların dışında başka TV dizileri (örn. “Crime Story”) ya da TV filmlerinde (“LA Takedown”) yönetmen, senarist ve yapımcı olarak izleyici karşısına çıkmıştır. Hatta, “LA Takedown” aslında “Heat”in ilk hali ya da (daha az başarılı) ilk denemesidir diyebiliriz. Burada ortaya çıkan sonuç kendisini tatmin etmemiş olmalı ki aynı senaryoyu “Heat” adıyla yeniden çekmiş ve iyi ki de bunu yapmıştır.

Micheal Mann, değişik görevlerle sinema dünyasında defalarca başarılı filmlerle yer almış olmasına rağmen belki de en başarılı ya da ses getiren eseri “Heat” olmuştur.

 

3. Senaryo

Micheal Mann bu senaryoyu “Heat” için yazmamıştı. Yukarıda da belirtildiği gibi aynı senaryo “LA Takedown” filminde de kullanılmıştı. Yapımcının kendisine verdiği bütçe ve takvim, Mann’ın elde ettiği sonuçtan memnun kalmayacağı bir ürün ortaya çıkarmasına sebep olmuştur. Sonrasında senaryoyu yeniden elden geçirmiş ve Heat’in senaryosunu son haline getirmiştir.

Ancak bu senaryoyu, suç dünyasında yıllarca süren araştırmalarının bir ürünü olarak değerlendirmek gerekmektedir. Mann, yıllarca suç dünyasının her alanını didik didik incelemiştir. Karakollar, cezaevleri, arka sokaklarda yıllarca inceleme yapmıştır. Hatta filmdeki, Neil McCauley karakterinin yedi yıl yattığı ünlü Folsom Cezaevi‘nde uzunca zaman geçirdiği, mahkumlarla röportajlar yaptığı bilinmektedir.

Senaryonun içeriği dışında, çekimlerin yapıldığı mekanlar da yıllar süren incelemeler ile belirlenmiştir. Neil McCauley ile Eady’nin Los Angeles’ı izledikleri balkonun manzarası, soygun sonrası gerçekleşen çatışmanın geçtiği sokaklar, hep bu incelemenin sonucunda ince ince, nakış işler gibi hazırlanmıştır. Filmde şehirden 95 gerçek mekan kullanılmıştır.

Hikaye özünde bir suç ya da aksiyon filmi gibi görünmesine rağmen aslında dört başı mamur bir Dram ya da Psikolojik film olarak da karşımıza çıkmaktadır. Karakterlerin birbirleri ile olan mücadelesi ve tüm bu mücadelenin dışa vurumu olarak görülenler, aslında yine ince ince izleyiciye hissettirilen iç dünyalarının bir yansımasıdır. Bir tarafta hırsız, bir tarafta polis. Ama kim iyi kim kötü? Bunun cevabını aşağıda aramaya çalışacağız.

Ana karakterlerin çalkantılı iç dünyaları dışında, yan karakterler de aynı derecede derinlikli psikolojik çeşitlilik sergilemektedirler. Kendileri ile olan savaşları, aileleri ile olan mücadeleleri, sorunları, birbirlerine bağlılıkları hep bu psikolojik derinlikle izleyiciye aktarılmaktadır.

Heat’in senaryosu, Michael Mann’ın zihninde ve yazı makinasında yıllarca süren gelişme sürecinin sonucunda evrimini tamamlamış ve o mükemmel halini almıştır.

 

4. Kadro

Bu yazıda belki de hakkında en az yorum yapılması gereken konu filmin kadrosudur. Ancak öte yandan filmi tekrar tekrar izlemenizi gerektiren en önemli sebeplerden biri de yine kadrodur. Sinema dünyasında bu kadar üst düzey bir kadroyu bir arada barındırıp, bu derece başarılı olmuş, kadrosunun hakkını bu derece verebilmiş ve sinema dünyasında yer edinmiş çok fazla örnek ne yazık ki bulunmamakta.

Kadronun en ağır toplarını, Al Pacino ve Robert de Niro ile Val Kilmer’ı tatlı misali sonraya, ilgili maddelere bırakarak, ana yemek olarak adlandırabileceğimiz diğer  oyunculara kısaca bir bakalım.

Jon Voight: Yüze yakın filmde oynamış, bir Oscar (+ üç adaylık), dört Golden Globe (+ altı adaylık), bir Bafta ve sayısız diğer dünyaca ünlü sinema ödülüne sahip bu dev oyuncuyu hepimiz Tom Cruise ile birlikte oynadığı Görevimiz Tehlike filminde Jim Phelps rolü ile yakından tanıyoruz. Oyunculuk dışında Yönetmenlik, Yapımcılık, Senaristlik denemeleri de bulunmaktadır. Heat’teki rolü ile Neil McCauley’in perde arkasındaki “işvereni”, dostu, başı sıkıştığında her türlü yardımı sağlayan arkadaşi rolünde tüm izleyicinin sempatisini kazanmaktadır.

Tom Sizemore: Heat’teki ismiyle Michael Cheritto. Neil McCauley’in çetesinin en önemli figürlerinden biri. Bir Golden Globe adaylığı, aralarında iki “Action on Film International Film Festival” ödülü ve diğer başka uluslararası siname festivallerinde defalarca adaylık ve ödül sahibi bir başka dev. Yüzlerce filmde (aralarında sayılabilecek en önemlileri: “Er Ryan’ı Kurtarmak”, “Kara Şahin Düştü”, “Katil Doğanlar”, “Pearl Harbour”) oyunculuk dışında yapımcılık, yönetmenlik ve senaristlik denemeleri… Adı marka olmuş bir sinema figürü daha.

Natalie Portman: Heat’te oynadığında daha 14 yaşındaydı. Kendisi ile ilgilenmeyen annesiyle, annesinden ayrılmış ve yine ilgisiz babası arasında yaşadığı bunalımı, üvey babası Vincent Hanna’ya sığınarak aşmaya çalışan problemli genç rolünü hakkını vererek izleyiciye yansıtmayı başarmıştır. Heat aslında üçüncü sinema filmi. Heat’ten bir yıl önce oynadığı bir başka kült film Leon’da Jean Reno ile birlikte döktürmesinden zaten ne kadar başarılı bir çocuk oyuncu olduğu belliymiş. Biri Oscar, sayısız ödül ve adaylıkla süslediği kariyerinin Heat ve Leon dışında en bilinen halkaları “V for Vendetta”, “Black Swan”, “Star Wars” gibi diğer sinema efsanesi filmlerdir.

Sedece bu kadar da değil. Film, her biri ayrı birer yazı konusu olabilecek daha birçok dev oyuncuyu barındırmakta. Aralarından en azından isminden bahsetmemiz gereken en önemlileri Amy Brenneman (Neil McCauley’in sevgilisi Eady rolünde, gösterişsiz ve duru güzelliği ile döktürmüş. Özellikle Neil’in hırsız olduğunu öğrendiğinde verdiği tepkisinin biraz daha gerçekçi olabileceği eleştirilerini alsa da), Ashley Judd (Chris Shiherlis’in, çocuklarının geleceği için kumar düşkünü kocasını yola getirmek ister görünürken, paraya doymak bilmeyen, hep daha fazlasını isteyen ve sonunda kocasını bir içki kaçakçısı ile otel odasında aldatan karısı Charlene rolünde gerçekten çok başarılı. Bir örnek için bkz “Charlene, Chris’i Ele Vermiyor”), Hank Azaria ve Danny Trejo (nam-ı diğer “Machete / Ustura”).

Diğer oyuncuların hiçbirinin de, ne filmdeki performansları ne de kariyerleri açısından diğerlerinden aşağı kalmadıklarını belirterek bu bölümü kapatalım. Son bir not: her ne kadar bu ağırlıkta bir oyuncu kadrosunun her biri ayrı ayrı takdiri hak ediyorsa da, takdirin büyüğünü böyle bir kadrodan böyle bir sonuca varabilen Michael Mann’a göndermek gerekiyor.

 

5. Müzikler

Bu kadar fazla sayıda şarkı kullanılıp da bu kadar göze batmayan bir başka film var mıdır? Kullanılan her bir şarkının, kullanıldığı sahneyle bu kadar özdeşleştiği, sahnenin psikolojisini bu kadar iyi yansıttığı bir başka film var mıdır?

Filmde 41 ayrı parça toplamda 53 farklı kez çalınmıştır. Tabii ki sinema dünyasında sadece müzikleri ile bile efsaneleşmiş onlarca, yüzlerce başarılı örnek saymak mümkün. Ancak, asla müzikleri ile ön plana çıkmayan ancak diğer taraftan bu kadar başarılı müzik kullanımı olan ender film örneklerinden biri Heat. Sanırız, Michael Mann’ın, o her ayrıntıyı ince eleyip sık dokuduğu detaycılığının bir sonucu. Ön planda olan onca diğer özelliği dışında sadece müzikleri için bile tekrar tekrar izlenecek bir film.

 

6. Val Kilmer

Kuşkusuz ki bu kadar ağır topun olduğu ekibin en büyük yıldızları Pacino ve de Niro. Ancak bir de bu yıldızlar ile yıkarıda bir kısmı sayılan diğer önemli oyuncular arasında bir yere konumlandırılması gereken Val Kilmer var.

Oynadığı yüze yakın sinema filminin arasında öyle büyük sinema eserleri var ki, tümünü bir arada anlatmak neredeyse imkansız. En önemlileri arasında “Top Gun”, “Batman Forever”, “The Doors”, “The Island of Dr. Moreau”,  “The Saint” sayılabilir. Ancak kuşkusuz, en başarılı oyunculuk performanslarından birini Heat’de sergilemiştir.

Filmde canlandırdığı “Chris” karakterinin, yaşadığı sıkıntıları ve iç dünyasını o donuk bakışlarında çok başarılı bir şekilde canlandırmıştır.

Michael Mann’ın bir Val Kilmer hayranı olduğu, hatta ekibin diğer üyeleri netleşmeden önce ilk belli olan oyuncunun Val Kilmer olduğu, kendisine filmde daha uzun süre yer verebilmek için senaryoyu değiştirerek Chris’in sahnelerini uzattığı söylenir. O meşhur çatışma sonrası Chris’in ölmemesinin bir sebebi de bu olabilir mi acaba?

 

7. Al Pacino ile Robert de Niro

Filmin tekrar tekrar izlenmesi için en önemli sebeplerden biri, belki de birincisi bu iki centilmen. Bu yazının yazıldığı an itibarıyla sinema tarihinde, bu iki dev oyuncuyu kadrosunda aynı anda barındıran sadece 3 film mevcut. Bunlardan birincisi, yazının konusu Heat filminden çok çok daha önemli bir eser: The Godfather. Pacino ve de Niro, üçlemenin ikinci bölümünde ilk kez aynı filmin kadrosundadırlar. Ancak 1974 yılında çekilen ve de Niro’nun, Pacino’un canlandırdığı Michael Corleone’nin babası Vito Corleone’nin gençliğini canlandırdığı filmde ikili doğal olarak bir araya gelmezler.

Her ikisinin aynı kadroda olduğu üçüncü ve (umarız şimdilik) son film “Righteous Kill / Orijinal Cinayetler” ise bizce, sırf ikiliyi bir araya getirmek amacını güden fazlaca ticari bir yapımdan öteye gidemez.

İkilinin gerçek anlamda bir arada oynadığı ve birlikte göründükleri ilk sahneyi içeren Heat ise bu anlamda diğer iki filmden de ayrı bir yere konumlanmaktadır.

Oyuncularımızın her ikisi de öyle büyüktürler ve kendilerini diğerdinden öyle yukarıda görmektedirler ki o güne kadar asla bir araya gelmemişlerdir. Bu yüzden olsa gerek, yönetmenimiz, herhangi birinin daha önemli ya da daha büyük olduğu sonucunun çıkmaması için filmde bu iki sinema tanrısının göründüğü sahnelerde, sinema tarihinin en büyük efsanelerinden birine imza atar. Filmde Pacino ve de Niro’nun göründüğü sahnelerin toplamı dakika, saniye ve salisesine kadar eşit uzunluktadır.

Filmde her iki efsane de adeta birer oyunculuk dersi vermektedirler.

Al Pacino, canlandırdığı Hanna karakterinin doğası gereği, gergin, özel hayatında problemli, aşırı mimik kullanan, sıklıkla ses tonu ve heyecanında ani çıkış ve inişleri olan bir Polis dedektifidir. Sürekli ciklet çiğneyen ve altın takılara düşkün bir dedektif. Başka bir çok filminde de benzerlerini göreceğimiz bu heyecanlı karakterin ilk örneklerinden biridir Hanna. Bu heyecanlı ve abartılı mimikler film boyunca sık sık karşımıza çıksa da en belirgin betimlendiği sahneler olarak, Hanna’nın uyuşturucu satıcısı ve araba hırsızı muhbiri ile onun mekanında görüştüğü sahne ve içki kaçakçısı Alan Marciano’yu (Hank Azaria) kendileri ile işbirliği yapma konusunda ikna etmeye çalışırken onunla Charlene’in poposu hakkında konuştuğu sahne öne çıkmaktadır. Ve tabii ki Justine ile yattığından çok, kendisinin TV’sini izlediği için kızdığı Ralph’e bağırdığı sahneyi de unutmamak gerekiyor.

Robert de Niro ise tam tersine aşırı soğukkanlı, her adımında kontrollü ve dikkatli, sürekli tetikte olan bir hırsız olan McCauley’i canlandırmaktadır. Bu karakteri öyle başarılı canlandırmaktadır ki izleyiciyi etkisi altına almaktadır. Hatta bu rol (ya da “performans” demek daha doğru olabilir), iki efsanenin sadece bu filmdeki oyunculukları karşılaştırıldığında de Niro’yu belki de bir adım öne çıkarmaktadır.

 

8. “Paralel Karakterler” ya da “Kim İyi, Kim Kötü?”

Bir önceki maddenin bıraktığı yerden devam etmek gerekirse, filmimizde, iki dev oyuncunun oyunculukları belki de sinema okullarında örnek gösterilecek bir düzeye erişmektedir. Verdikleri bu oyunculuk resitalinde muhteşem bir şölen sunmakta ancak asla diğerinin alanına girmemekte, diğerini ezmemekte, aksine oyunculukları ve karakterleri ile birbirlerine ne kadar “saygı” duyduklarını sanki izleyiciye haykırmaktadırlar.

Karakterlerimiz senaryo gereği birbirlerine düşman olmalarına rağmen bu “saygı” durumunu öyle ustaca kotarmaktadırlar ki birbirlerine olan sevgi ve takdir hisleri neredeyse elle tutulur şekilde görünür hale gelmektedir. Filmde Hanna ve McCauley, her ikisi de ayrı kulvarlarda ama aynı yöne hareket eden “Paralel Karakterler” oluştururlar.

Hatta bu “saygı” duyma görüntüsü öylesine vurgulanmaktadır ki, izleyici ister istemez “acaba saygıdan öte bir sevgi durumuyla mı karşı karşıyayım?” diye düşünebilir. Acaba McCauley ve Hanna arasında bir bağ olabilir mi? Mesela bir kan bağı? Hatta, kardeş mi bu adamlar? Bu teoriyi destekleyecek birkaç detay vererek bahsi kapatalım isterseniz:

  1. McCauley balkonda Eady ile sohbet ederken konu ailesine gelir. Bu bölümde “erkek kardeşim de orada burada işte” demesi.
  2. Restorandaki meşhur kahve içme sahnesinde, “seninle, dul bırakacağın bir adam arasında seçim yapmam gerekse hiç düşünmeden seni öldürürüm” derken söylediği “brother” kelimesine yaptığı vurgu ve o anki yüz ifadesi.
  3. Son maddede daha ayrıntılı bilgi vereceğimiz filmin finali sırasında Hanna’nın, McCauley’in elini tutması ve o anda kazandığı zaferin sevinci yerine yaşadığı üzüntü.

Film, Neil ve Vincent’in hikayesinin dışında da paralel süren alt hikayeler taşımakta. Vincent Hanna ile kendisine yeteri kadar zaman ayırmadığını düşündüğü üçüncü eşi Justine, hatta, Justine’in ergenliğe girmekte olan sorunlu kızı Lauren ve Lauren’in babası arasında geçenler “ne birlikte olabiliriz ne ayrı” modunda bir yoğunluk taşımakta. Benzer şekilde Chris ile Charlene arasındaki sorunlu evlilik ve Charlene’in teselliyi başkalarında araması paralel giden alt hikayeler olarak ön plana çıkıyor.

Bir başka ilginç hikaye de şartlı tahliye olmuş ve bir restoranın mutfağında işe girmiş olan Donald Breedan’ın hikayesidir. Kendisi gibi sabıkalıları köle gibi çalıştıran patronu sayesinde içinde bulunduğu hayata lanet etmektedir. Tüm yaşadıklarına, kendisini destekleyen nişanlısı için katlanmaktadır. Tam bıçak sırtı bir durumdayken soygun çetesine şoför olarak katılması için gelen teklife balıklama atlayacaktır. Yaşadığı dram filmin belki de en etkileyici alt hikayesini oluşturmaktadır.

Film baştan aşağı benzer paralel karakterler, paralel hayatlar, ikilemler ile dolu. Seyiciyi çeken en önemli özelliklerinden biri de bu olsa gerek. Öyle ya, her izleyici kendine bir karakteri yakın görebilmekte, bir karakterin hayatını, prensiplerini, davranışlarını hatta kararlarını benimseyebilmekte. Bu karmaşık örgü filmin her saniyesinde sürüp gitmekte. Hatta izleyici öyle bir durumla karşı karşıya bırakılmakta ki, sinema tarihinin belki de en belirgin, en önemli ikilemlerinden biri ortaya çıkmakta.

Film sırasında Hanna ve McCauley arasındaki ilişki öyle bir seviyeye gelir ki, izleyici her ikisi için de sempati beslemeye başlar. Tabii ki çizilen karakter ve senaryo icabı bu sempati McCauley tarafına doğru ağır basmaktadır. Bu durum izleyiciyi kimin iyi kimin kötü karakter olduğu yönünde kendini sorgulamaya itmesine sebep olur. Bu sorgulama izleyicinin kararını öyle başarılı etkilemektedir ki, filmin finalinde “polis” kazanmasına, “hırsız” kaybetmesine rağmen, izleyinin damağında “iyi kaybetti” ya da “mutsuz son” tadı bırakmaktadır.

Ve sevgili okuyucu bu durum, tekrar tekrar izlendiğinde, filmi beğenen, bağlanan izleyiciye “acaba bu kez iyi kazanır mı?” heyecanı yaratma taahhüdünü de birlikte getirir. İşte size filmi tekrar tekrar izlemek için bir önemli sebep daha.

 

9. Felsefesi

Filmin bu kadar tutulmasını, sinema tarihinin kült filmleri arasına girmesini sağlayan en önemli ayrıntılardan biri de Neil McCauley’in film sırasında sık sık tekrarladığı mottosudur.

Neil‘in felsefesine göre, onun gibi yaşayan birinin hiç kimseye bağlanmaması gerekmektedir ki ihtiyacı olduğunda herşeyi ve herkesi geride bırakarak kaçabilsin. Kendisi filmde felsefesini şöyle dillendirmektedir:

Don’t keep anything in your life you’re not willing to walk out on in 30 seconds flat if you feel the heat around the corner

Köşedeki sıcaklığı hissettiğinde, 30 saniye içinde kaçmanı engelleyecek hiçbirşeyi hayatına sokma

Filme adını veren “Heat” da buradan gelmekte. McCauley bu felsefeyi, iki dev aktörün sinema tarihine geçen efsanevi Kahve Diyaloğu sahnesinde “that’s the discipline” olarak tarifler.

Tüm hayatını bu felsefeye göre yaşamış olan Neil, hayatın bir oyunu eseri Eady’e aşık olur ve ona bağlanır. Filmin sonunda ise bu felsefesi sınanacaktır. Otelde Waingro’nun işini bitirdikten sonra, Eady ile kaçmak üzere arabanın yanına geldiğinde, onu yakalamak üzere gelmiş olan Vincent’ı görür ve bir an bile tereddüt etmeden Eady’i orada bırakarak kaçar. Yani, kendine mihenk olarak belirlediği prensibi uğruna, ya da başka bir deyişle, kendi hayatı uğruna, sevdiği kadını terk eder. Tabii ki burada, sonuca bakıldığında, sevdiği kadını kurtarmak uğruna kendini feda ettiğini de söylemek mümkün. İşte bir ikilem daha.

Filmde en çok vurgulanan bu felsefe ya da McCauley’in deyimi ile “öğreti” dışında, izleyicinin aklında kalan daha bir çok önemli, kalıcı, ünlü felsefe ya da sözden bahsetmek de söz konusu aslında. Hatta, sırf bu sözler için ayrı bir başlık açmak bile mümkün. Ancak yazıyı daha da uzun, okunmaz ya da çekilmez hale getirmemek için burada çok baskın birkaç tanesine kısaca değinmekle yetinelim.

  • McCauley, soygun sonrası TV’de olayı öğrenmiş Eady ile konuşurken Eady, “diğerleri de seninle birlikte miydi?” diye sorar. McCauley, çatışmada ölen Cherrito’nun arkadaşı olduğunu söyledikten sonra ekler:

When it rains, you get wet

Yağmur yağdığında ıslanırsın

Bir nevi, “su testisi su yolunda kırılır” durumu.

  • Polis tarafından takip edildiklerini anladıklarında çete toplanır ve son soygunu yapmalı mı yoksa dağılıp ortadan yok olmalı mı kararını tartışmaktadırlar. Cherrito kararı McCauley’e bırakır. McCauley, bu kez kararı kendisinin vermesi gerektiğini söyler. Cherrito düşünür (ki bu sahnede Tom Sizemore yaşadığı kararsızlığı izleyiciye aktarırken bir oyunculuk dersi vermektedir) ve şöyle der:

Well, you know, for me, the action is the juice

Bilirsiniz, benim için işin özü aksiyondur

  • Chris karısıyla kavga etmiş ve geceyi Neil’in evinde geçirmiştir. Neil, sabah Eady’den evine döndüğünde Chris’i mobilyasız evinde yerde uyurken bulur. Neil evliliği hakkında Chris’e ünlü “30 saniye” kuralını hatırlattığında şu cevabı alır:

For me, the sun rises and sets with her, man

Güneş benim için onunla doğup onunla batıyor

  • Hanna, kahve sahnesinde rakibine kendi hayatının nasıl olduğunu anlatırken der ki:

My life’s a disaster zone

Benim hayatım bir enkaz bölgesi

  • Neil ile Eady tanıştıkları gece, Eady’nin balkonunda şehrin ışıklarını izlerken birbirlerini tanımaya çalışmaktadırlar. Eady, çok seyahat ettiğini öğrenince Neil’a “Are you lonely?” (yalnız mısın) diye sorar ve Neil cevaplar:

I’m alone. Not lonely

Tekbaşımayım. Yalnız değilim

  • Şartlı tahliye olup, restoranda pis işleri yapmaya ve patronunun kendisine pislik gibi davranmasına katlanmaya mecbur kalan Donald ile, işteki ilk günün akşamında kendisini almaya gelen Lillian’a patronunun her gün yaptığı şey için kendisinin hapiste yattığını söyler.  Lillan kendisine kalıcı bir iş bulana kadar bu işe katlanıp katlanamayacağını sorar. Donald, katlanamayacağı hiç bir zor durum olmadığını söyleyip, “neden hala benimle takılıyorsun” diye sorduğunda aralarında şu konuşma geçer:

    Lillian: Because I’m proud of you. (çünkü seninle gurur duyuyorum)

    Donald: You’re proud of me? What the hell’re you proud of me for? (gurur mu duyuyorsun? Ne halt etmeye gurur duyuyorsun benimle?)

    Lillian: Come on home. (hadi eve gidelim)

 

10. Efsanevi Sahneleri

Film bir çok efsanevi sahneyi barındırmakta. Her biri ayrı ayrı bile, herhangi bir sıradan filme eklendiğinde, o filmi birkaç basamak yukarı çıkarabilecek onlarca akılda kalınan sahneden bazı çok önemli bulduklarımızı sizlerle paylaşmak istiyoruz.

HeatKahve1

a. Kahve Diyaloğu

Yukarıda da birkaç kez referans verilen bu sahne filmin bu derece tutulmasına, hadi tutulmasına demeyelim de konuşulmasına sebep olan tartışmasız en önemli sahne. Hakkında efsaneler üretilen, sinema tarihine geçen bu sahnenin en önemli özelliği, daha önce de belirtildiği gibi, sinema dünyasının belki de en büyük iki aktörünün bir arada göründükleri ilk sahne olmasından kaynaklanıyor.

Aşağıda anlatılacak “Deşifre Olduk” sahnesinden sonra Hanna rakibini karşısına alıp kartları açık açık oynamak ister. Ekibindeki polisler tarafından sürekli takip edilen McCauley’in bulunduğu bölgeye helikopterle gider, bir arabaya atlayıp McCauley’in aracının önünü keser ve onu kahve içmeye davet eder. Bu bölümde iki kurdun diğerine göstermeden silahlarını hazır  tutmaları gerilimin ne kadar yüksek olduğunun bir göstergesidir.

Sonrasında o meşhur restoran sahnesi başlar. Adamlarımız kalabalık bir restoranda karşılıklı oturmakta ve aynı kadraja girmektedirler. Özetle, aralarında şu diyalog geçer:

Hanna: Ne yapmak istediğini biliyorum. Gel vazgeç. Yaparsan ve mecbur kalırsam, her ne kadar sana müthiş saygı duyuyor olsam da, gözümü kırpmadan öldürürüm seni

McCauley: Her ikimiz de işimizi yapalım. Yakalarsan ve ben mecbur kalırsam, ben de gözümü kırpmadan öldürüm seni

Aradaki gerilim ve daha önce bahsedilen saygı sahnenin en çok dikkat çeken tarafıdır. Sahnenin bu derece gerçekçi olması ve yabancılık hissini izleyiciye daha iyi yansıtmak için, de Niro’nun talebi ile hiç provasız çekilmiş olduğunu da notlarımıza ekleyelim.

Sahnenin, tarihi açıdan en önemli özelliği ise yukarıda da bahsedildiği gibi ilk kez aynı sahnede görüntülenen Pacino ve de Niro’dur. Hatta bu sahnenin aslında ayrı ayrı çekildiği ve montaj ile birleştirildiği de yıllarca ağızdan ağıza konuşulmuştur. Ancak bir sinema dergisinin yayınladığı aşağıdaki fotoğraf bu söylentiyi yalanlamaktadır:

HeatKahve2

Sahne gerçektir. Bu iki muhteşem adam gerçekten bir film için bir araya gelmeyi kabul etmişlerdir.

 

b. Çatışma

Filmin efsane olmasını sağlayan bir başka özelliği ise 10 dakikayı geçen uzunluğuyla Soygun ve hemen arkasındaki sokak çatışması sahneleridir. Sadece çatışma sahnesi 6 dakikadan uzundur ki sinema tarihinde en gerçekçi ve en uzun çatışma sahnelerinden biri olarak yerini almıştır.

Weingro’nun sebep olduğu muhbirlik ile Hanna ve ekibi soygundan hem de soygun sırasında haberdar olurlar ve hemen olay yerine giderler. Polis önlemlerini alıp caddeyi çevrelediğinde çetemiz başarıyla tamamladıklarını düşündükleri soygunu tamamlamış ve bankadan çıkmışlardır. Önce Cherrito, sonrasında ise McCauley arabadaki yerlerini alırlar ve Shiherlis’i beklemektedirler. Chris tam arabaya binmek üzeredir ki caddedeki otobüsün hareket etmesiyle yolun karşısındaki polisleri farkeder ve ateş etmeye başlar. Sonrasında ise kıyamet kopar ve müthiş gerçekçi ses efekleri ile desteklenmiş epik sahne başlar. Onlarca polisin öldüğü, bir o kadar aracın delik deşik edildiği sahne, kaçarken tek başına gördüğü minik kız çocuğunu korumak için kucağına alan ve onunla birlikte kaçmaya devam eden Cherrito’nun, Hanna’nın FN FNC-80 model Belçika yapımı makineli tüfeğinden atılan tek kurşunla alnından vurulması ile sona erer.

 

c. Platin Soygunu

Filmin en etkileyici bir başka sahnesi ise, çete platin soygunu yaparken, soydukları yerin hemen karşısındaki kamyonlara ve sokağın her yerine çöreklenmiş Hanna ve ekibinin soygunu canlı canlı izledikleri sahnedir. Hannna’nın amacı ellerinde çaldıklarıyla olay yerinden çıkan çeteyi suçüstü yakalamak ve mümkünse bir daha çıkmamak üzere deliğe geri tıkmaktır.

Kamyonların her tarafı normal, gece görüşlü, çeşit çeşit kameralarla doludur ve nefesler tutulmuş şekilde olay izlenmektedir. McCauley içerideki aksiyon başladıktan sonra Chris’i iş üzerinde bırakır ve sokağı kolaçan etmek için dışarı çıkar. Sokak lambalarının ışığında görünmemek için binanın yanındaki gölgeye saklanır. Kamyondakiler McCauley’in yüzünü termal kamerada izlemeye başlarlar.

O anda kamyondaki polislerden biri arkasına yaslanır ve McCauley, polisin sırtında asılı tüfeğinin kamyona çarpınca çıkardığı sesi duyar. Sonraki birkaç saniye boyunca nefesler tutulur. Yüz yüze olmasalar da sanki birbirlerini süzmekte gibidirler. McCauley izlendiklerini anlar ve derhal içeri girerek Chris ve ekibi toplayarak ellerinde hiçbirşey olmadan olay yerini terkederler. Hanna, hiçbirşey çalmadıkları için gitmelerine izin verir.

 

d. “Deşifre Olduk”

Senaryonun, en zekice işlenen bölümlerinden biri bu sahnede izleyicileri şaşırtmaktadır. Çete, platin soygunundan sonra sıradaki işlerini planlamak için bir limanda, konteynerlerin arasında buluşur ve planlamayı yaparlar. Kaçış yolları ve planın detayları konuşulurken polisler de kendilerini izlemektedirler.

Çete olay yerini terkettikten sonra, Hanna’nın ekibi aynı yere gelir ve planı anlamaya çalışırlar. Acaba bir sonraki iş nedir? Çevrede bu büyüklükte bir çetenin kendini riske atacağı türden büyük bir para bulunmamaktadır. Konuyu aralarında tartışırlarken Hanna durur ve “ne planladıklarını anladım” der. Diğerleri ne olduğunu anlamaz gözlerle Hanna’ya bakarlarken Hanna kollarını iki yana açar ve sanki kendini izleyenleri selamlar gibi “bu çete çok iyi. ne izliyorlar biliyor musunuz? bizi izliyorlar. yani Los Angeles Polis Departmanını” der. Aynı anda kamera yükselir ve görürüz ki McCauley limanın dev vinçlerinden birinin tepesinde polis ekibini izlemekte ve gülümseyerek resimlerini çekmektedir.

 

e. McCauley’in Evi

McCauley’in evi filmin en karizmatik mekanlarından biridir. Evde hiç mobilya yoktur ve karısıyla kavga ettikten sonra geceyi McCauley’in evinde parkede uyuyarak geçiren Chris kendisine “Evine ne zaman mobilya alacaksın?” diye sorduğunda “Vaktim olduğunda” cevabını verir.

Ev Pasifik Okyanusu kıyısındadır ve denize bakan tüm cephe camla kaplıdır. Filmde evi ilk gördüğümüzde McCauley silahını sehpaya bırakır ve kapıya yaslanırken kendisini arkadan görürüz.

HeatYalnizlik1

HeatYalnizlik2

Bu görüntü, Kanadalı ressam Alex Coville’in ünlü “Pacific” tablosunu resmetmektedir ki ressam bu tablosunda yalnızlık kavramını işlemiştir. Yani “Bingo”. Tam da McCauley’in içinde bulunduğu durum.

HeatPacific

 

f. McCauley, Eady İle Tanışıyor ve “Los Angeles Gece Yukarıdan Ne Güzel Değil mi Eady?”

McCauley, yakın zamanda yapacakları Platin soygunu için araştırma yapmaktadır. Kitapçıdan bu konuda bir kitap alır ve kitabı incelemek üzere bir restorana gider. Restoranda, iki yanındaki sandalyede, o farketmemiş olsa da kitapçıda onu görmüş olan Eady oturmaktadır. Neil, tesadüfen Eady’den kahvesi için sütü uzatmasını ister. Sonrasında Eady’nin, “ismin ne?”, “ne iş yapıyorsun?”, “kitap ne hakkında?” şeklindeki soruları üzerine tedirgin olur ve kızı tersler. Oysa Eady daha önce de birkaç kez aynı kitapçıda Neil’i görmüş ve bir şekilde onunla tanışmak istemektedir. Neil’ın aşırı korunmacı ve kendisini tersleyen tepkisi üzerine kırılır ve özür dileyerek başını önündeki kitaba indirir.

Hatasını anlayan Neil, kendisini bir Maden satıcısı olarak tanıtarak Eady’den özür diler ve sohbet etmeye başlarlar.

Gecenin geri kalanı, Eady’nin, Los Angeles’e tepeden bakan evinin balkonunda, “Işıklar Şehri”nin gece manzarası eşliğinde sürecek ve sonrasında Eady’nin yatak odasında bitecektir. Ardarda gelen bu iki sahne, filmin duygusal yükü oldukça yoğun ve akılda kalıcı sahnelerindendir.

Aslında bütünlüğü sağlamak için bu sahnelere, gecenin sonunda, Neil’ın giyinip, Eady’nin evinden ayrılmadan önce Eady’nin başucuna peçeteye sarılı bir su bardağı bıraktığı sahneyi de eklemekte fayda var. Bu bölümde de Niro, bir erkeğin sevdiği kadına nasıl davranması ve nasıl bakması konusunda adeta bir ders vermektedir.

 

g. Charlene, Chris’i Ele Vermiyor

Filmin sonları. Soygun ve arkasından gerçekleşen çatışma olmuş, Chris yaralanmış, bir şekilde “Güneş benim için onunla doğup, onunla batıyor” dediği karısını ve çocuğunu alarak öyle kaçmak istemektedir. Bu arada Hanna’nın ekibi, içki kaçakçısı Alan üzerinden Charlene’e ulaşmış ve onu, Chris’i ele geçirmek için bir yem olarak kullanmaktadır. Charlene, Chris’e telefonda bulundukları yeri bildirir ve kendisini alması için çağırır. Bu yemi yutan Chris, kestirdiği ve boyadığı saçları, sahte kimliği ile polisin her yeri çevirdiği mahalleye gelir. Hanna’nın ekibinden Drucker, Charlene’den balkona çıkarak gelenin Chris olduğunu teşhis etmesini ister. Charelene balkona çıkar, Chris arabadan iner ve göz göze gelirler. Chris, uğruna her şeyi göze aldığı karısının yüzüne sevgiyle bakarken, Charlene, acıyan bir ifade ile polisin göremeyeceği minik bir el hareketi yaparak durumu kocasına anlatmayı başarır. Bu birkaç saniyelik sahnede, her iki oyuncu da hislerini müthiş şekilde aktarmaktadırlar.

 

h. Zırhlı Araç Soygunu

Ekibimiz bir ambulans ile zırhlı aracın yolunu keser ve durmasını sağlarlar. Bu sırada zırhlı araca yandan bir dev kamyonla çarparak aracı devirirler ve patlayıcı ile zırhı delerek içeri girerler. Aracın içindeki onca paket içerisinden Van Zant’ın Hisse Senetlerinin olduğu zarfı alırlar. Tam kaçarlarken, Weingro, hiç gereği yokken, zırhlı aracın güvenlik görevlilerinden birini vurur. Olayın içine cinayet de karışınca, arkada şahit bırakmamak için diğer görevlileri de öldürmek zorunda kalırlar ve olay yerinde kaçarlar. Hemen arkalarından gelen polis arabalarının lastikleri, ekibimizin yola döşediği dikenli zincirin üzerinden geçince patlar ve ambulansı takip edemezler.

Ekip, çalıntı ambulansı bir sokak arasında bırakarak başka bir araba ile kaçar. Ambulansın içine yerleştirdikleri patlayıcı ile arkalarında da hiçbir iz bırakmazlar.

Filmin hemen başında yer alan bu sahne öyle inandırıcı ve öyle başarılıdır ki, çeşitli defalar taklit edilerek başarılı ya da başarısız gerçek soygunlarda uygulanmaya çalışıldığı rivayet edilir.

 

i. Vincent Hanna’nın TV’si

Muhtemelen filmin en (ve tek) komik sahnesi. Vincent, suçluların peşinde koşmaktan ve işine öncelik verdiğinden, üçüncü eşi Justin’e, istediği ilgiyi gösterememektedir ve bu durum evliliklerini ikisi için de git gide daha da çekilmez hale getirmektedir. Justine, Vincent’ın dikkatini çekmek için onu kıskandırmaya çalışmaya başlar. Süslenip, püslenip dışarı çıkmalar sonrası, onu, hem de kendi evlerinde göz göre göre Ralf’le aldatır. Vincent eve geldiğinde Ralf koltukta TV izlemektedir ve Justine’in evli olduğundan haberi yoktur. Vincent’ı görünce durumu anlar. Vincent sinir krizi geçirir ve Ralf’in önünde Justine’le tartışmaya başlarlar. Tartışma sırasında sık sık Vincent’tan azar işiten Ralf korkudan kıpırdayamamaktadır. İşin komik olan kısmı, Vincent aldatıldığına değil, Ralf’in kendi TV’sini izlemesine kızar. TV’yi parçalarcasına söker alır.

Sonraki sahnelerin birinde Vincent arabasıyla, yerleştiği otele gitmektedir. TV ise arabanın ön yolcu koltuğunda, Vincent’in yanında durmaktadır. Kafası düşüncelerle dolu olan Vincent, kırmızı ışıkta durduğu bir anda TV gözüne takılır. Hemen yandaki otobüs durağında bekleyenlerin şaşkın bakışları arasında arabanın sağ ön kapısını açar ve TV’yi bir tekmede yola fırlatıp atarak arkasına bile bakmadan uzaklaşır. İzleyici bu iki ilginç ve bir o kadar da komik sahnede, Vincent’ın diğer tüm takıntılarının ve tuhaflıklarının yanında, TV’sine olan takıntısının da şahidi olur.

 

j. “Boş Telefon”

Sıradaki sahne, bir adamın, sadece telefonda konuşarak başka bir adamı neredeyse altına kaçırtacak derecede nasıl korkutabileceğinin canlı bir örneğini göstermektedir.

Anlaşma gereği McCauley, Van Zant’ten çaldığı hisseleri %60 değerine yine Van Zant’e satacaktır. Van Zant, hisselerin parasını zaten sigortadan alacağı için, aynı hisseleri %60’ına geri satın alarak %40 kar edecektir. İsme olan hisseleri %60 ederine kendi sahibine satacak olan ekibimiz de bu işten karlı olacağı için herkes mutlu olacaktır. Ancak, anlaşmayı kabul eden Van Zant, yapılanı kendine yediremez ve bu çeteyi kendince cezalandırmak ister. İşi, pek de tekin olmayan yardımcısı Hugh’a devreder. Hugh, kağıt parçalarını para süsü vererek paketler ve tuttuğu adam ile McCauley’e gönderir. Planına göre, teslimat için eski Araba Sineması’na giden kamyonetin bagajında saklanan bir ikinci adam gizlice arkadan dolaşarak McCauley’i öldürecektir. Ancak plan işe yaramaz. Sinemanın her bölümünü yüksekten gören bir yere uzun namlulu bir tüfekle (Heckler & Koch HK91A2) yerleşen Chris olayı görerek McCauley’e kulaklıktan haber verir. McCauley önce araba ile adamı iki araç arasında ezer, sonra da üzerinden geçer. Kamyonetteki adam ise sinemadan kaçarken önce Chris tarafından sonra da çıkışta elinde bir çifte ile (Benelli M3 Super 90) bekleyen Cherrito tarafından vurulur. Sonuçta adamlar işi ellerine yüzlerine bulaştırmışlardır.

McCauley, Van Zant’i aradığında Van Zant durumu anlayıp, “ben de haber bekliyordum, gönderdiğim adamlar aramadı, ne oldu, parayı aldınız mı?” gibi konuşarak olaydan kendini kurtarmaya çalışır. Ve bu kadar girizgahtan sonra anlatılmak istenen asıl sahne başlar. McCauley, Van Zant’e parayı unutmasını söyler. Van Zant, “bu çok para, ne yapıyorsun sen” dediğinde ise o efsanevi cevap gelir:

Ne mi yapıyorum? Boş bir telefonla konuşuyorum. Çünkü telefonun diğer ucunda ölü bir adam var

Van Zant’in yanındaki Hugh’a bakışı, o anki psikolojisini net olarak göstermektedir. İzleyiciler, daha sonraki sahnelerin birinde, Van Zant’in, sakalları uzamış, perişan görüntüsünden, korkusundan ofisinden bile çıkamayacağını göreceklerdir.

 

k. Trejo’nun Ölümü

Bir diğer önemli sahne ise Trejo’nun ölüm sahnesidir.

Soygun ve arkasından gelen çatışma sonrası, McCauley, kendilerini Trejo’nun ihbar ettiğini düşünmektedir çünkü Trejo soyguna, kendisini takip eden polisleri atlatamadığını bahane ederek son dakikada katılmamıştır. McCauley, Trejo’nun evine gider. Eve vardığında, kısa süre önce orada bir çatışma olduğunu anlar. Ev darmadağınıktır. Trejo’nun karısı Anna yatak odasında ölü vaziyettedir. Trejo da salonda yerde, kanlar içerisinde sırt üstü yatmaktadır.

Trejo ölmemiştir ama aslında çok yaşıyor da sayılmaz. Neil’e, Weingro’nun, Van Zant’le işbirliği yaparak evini bastığını, karısını rehin alarak planı zorla söylettirdiğini anlatır. Konuşmanın sonunda da, Neil tam ambulans çağıracakken, hiçbir yerini hissetmediğini, Anna da öldüğüne göre, kendisinin yaşamasına gerek olmadığını söyler ve dostundan onu öyle bırakmamasını ister. Neil tek kurşunla arkadaşını tüm dertlerinden kurtarır.

 

l. Lauren’in İntiharı

Lauren, filmin belki de en şanssız karakterlerinden biri. Babası ergenliğe girmekte olan kızla ilgilenmemekte, söz vermesine rağmen görmeye gelmemektedir. Annesi bunalımdadır ve yeni kocasından ilgi beklemekte, bu ilgiye ulaşmak için herşeyi denemektedir. Üvey babası bir polistir ve güveneceği tek kişi o olmasına rağmen, Lauren, ondan de beklediği ilgiyi görememektedir.

Evi terketmiş olan Vincent, yerleştiği otel odasına geldiğinde yerlerin ıslak olduğunu görür. Banyoya girdiğinde, Lauren’in sol kol ve sol bacağını keserek, küvetin içinde intihar ettiğini görür. Bu sahnede Pacino, bir babanın (üvey de olsa) böyle bir manzara karşısında yaşayacağı heyecan ve telaşı çok iyi göstermektedir. Kızı kucağına alışı, “yapmamalıydın” diye konuşması, hastaneye kucağında getirişi, doktora verdiği bilgiler… Tüm bu detaylar sahneyi daha da inandırıcı kılmakta ve izleyiciyi etkileyen sahneler listesine girmesini sağlamaktadır.

 

m. Kurtuluş mu Daha Tatlı, İntikam mı?

Bu maddede, bir başka oyunculuk gösterisini sizlere aktaracağız.

Herşey bitmiş, Neil, Eady ile oradan kaçmak için havaalanına doğru gitmektedir. Yolda, Nate ile yaptığı konuşmada, Weingro’nun yerini öğrenen Neil’in, sonraki bir dakikalık bölümde kendi kendiyle olan diyaloğunu muhteşem bir şekilde canlandırmaktadır. Bir taraftan yanındaki sevdiği kadınla özgürlüğe gitmesi için tüm engeller ortadan kalkmışken, diğer taraftan, kendini ele veren ve arkadaşlarının ölümüne sebep olan Weingro’nun cezalandırılması da gerekmektedir. Ya birini, ya da diğerini seçmelidir. Ya da, her ikisi birden neden olmasın? Önce Weingro’nun hesabını görüp, sonra uçağa yetişerek kaçmaları mümkündür.

Hiç söz kullanılmayan bu kısa bölümde, bu diyalogları neredeyse bire bir izleyiciye aktarır de Niro. En sonunda kararını verdiğindeki gülümsemesi ise hem mutluluk, hem de olabilecekleri düşündüğünde yaşayacağı hayal kırıklığını bir arada barındırmaktadır. Acı gülümseme denen tarzda bir gülümseme. Neil, direksiyonu kırar ve yolunu değiştirir. Hem Kurtuluş hem de İntikam’ı seçmiştir.

 

n. Final

Ve filmin en dramatik, izleyiciyi en ikilemde bırakan sahnesi. Otelde Weingro’nun işini bitiren Neil, Eady’i alarak uçağına yetişmek üzere otelden çıkar çıkmaz Vincent’in onlara doğru gelmekte olduğunu görür. Yazının önceki bölümlerinde de anlatıldığı gibi 30 saniye öğretisine uygun olarak kızı orada bırakır ve tel örgüleri aşarak havaalana girerek koşmaya başlar. Vincent da peşinden takip etmektedir. Havaalanının içinde, uçakların, bagaj taşıyan araçların, konteynerlerin arasında kovalamaca devam eder. Tam iniş pistninin başladığı bölümdeki barakaların arasında saklanır Neil. Vincent geldiğinde Neil’in orada kendisini beklemekte olduğunu hisseder. Dakikalar süren gergin anların ardından tam Neil ortaya çıkarak ateş edip Vincent’ı öldürecekken, inmekte olan uçak için yanan pistin ışıklarında Neil’in gölgesini gören Vincent ani bir dönüşle ateş eder ve Neil’i vurur.

Neil, yanına geldiğinde Vincent’e, aynı zamanda filmin son sözleri de olan o unutulmaz sözü söyler:

Told you, I’m never going back

Sana söylemiştim, asla geri dönmüyorum

Neil elini uzatır, Vincent uzaklara bakarak elini tutar ve Neil son nefesini verir.

Klişe ve dramatize edilmiş gibi görünen bu sahne, aslında yukarıda da anlatılan, iki adam arasındaki ilişkinin bir sonucudur ve izleyicilerin zihninde en yer tutan sahnelerden biri olacaktır.

Altuğ TATLI hakkında 143 makale
1971 Çanakkale doğumluyum. İzmir’liyim. Birkaç kısa süreli kesinti dışında hayatımın tamamı yaşamayı çok sevdiğim ve bir parçası olmaktan gurur duyduğum İzmir’de geçti. Evli ve iki çocuk babasıyım.

2 yorum

1 geri izleme / bildirim

  1. Tekrar Tekrar İzlenen Filmler

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen aşağıdaki kodları giriniz (captcha) *