Bir film düşünün ki 25 Milyon bütçe ile çekilsin ve sinemalarda gösterimde olduğu altı aylık dönemde yaptığı hasılatla bu bütçeyi bile karşılayamasın. Bu gişe başarısızlığına rağmen En İyi Film ve En İyi Aktör dahil tam 7 dalda Oscar’a aday olsun ve hiçbirini kazanamasın. Film sinemalarda gösterimden kaldırıldıktan ve piyasaya VCD ve DVD’leri çıktıktan sonra müthiş bir satış başarısı elde etsin, tam bir fenomen haline gelsin ve bununla da yetinmeyip imdb.com’un izleyici puanlaması ile belirlediği tüm zamanların en iyi filmlerini sıralayan “IMDb Top 250” de 1 numaraya çıksın.
Evet, bütçesini bile karşılayamayan gişe başarısızlığına rağmen izleyicilerin en beğendiği film olan “The Shawshank Redemption” dan yani ülkemizde vizyona girdiği adıyla “Esaretin Bedeli” filminden bahsediyoruz. Film, bu yazının yazıldığı 20 Ağustos 2014 tarihi itibarıyla “IMDb Top 250” listesinin 1. sırasını 9.2 ortalama puan alarak efsanevi Baba filmiyle paylaşıyor. “Baba” filminin ve serinin devam eden diğer filmlerinin başarısı herkesin malumu ve bu sitede başka bir yazı ile değerlendirilmeyi ayrıca hak etmekte. Ancak, sinemalarda oynadığı dönemde yapımcısına zarar ettiren “The Shawshank Redemption” nasıl oldu da bir fenomen haline geldi ve onca film arasından sıyrılarak tüm izleyicilerin beğenisini kazanmayı başardı?
Son söylenmesi gerekeni ve herkesin malumu olanı ilk başta söyleyerek başlayalım: İnsanların kalbine dokunan zekice yazılmış senaryosu ve gösterişsiz, iddiasız yapımı ile.
Film, birçok izleyicinin bildiği gibi bir “Kral” ın, ünlü yazar Stephen King’in bir novellasından (kısa roman ya da bir başka deyişle uzun öykü) uyarlanmış bir senaryoya sahip. Stephen King’in “Rita Hayworth and Shawshank Redemption” adı ile 1982 yılında yayınlanan ve içeriğinde 4 mevsimi simgeleyen 4 kısa roman içeren “Different Seasons” kitabında yer almıştır.
Hikaye, yapmadığı halde haksızca suçlanarak, karısını ve onun aşığını öldürmekten iki kez müebbet hapis cezasına çarptırılan başarılı ve genç bankacı Andy Dufresne’in hapishanede yaşadıklarını başarılı bir şekilde anlatmaktadır. Dufresne, hapishanede, işkence, şiddet, tecavüz ve hücre cezaları ile dolu ancak dışarı çıkacağına olan umudunu bir an bile kaybetmediği 19 yıl geçirdikten sonra izleyenleri (ya da okuyanları) şok edecek bir planla oradan kaçacak ve yepyeni bir hayata başlayacaktır.
Stephen King’in alışılmış zekice örülen hikaye geleneğine uygun ancak tam tersine alışılmış gerilim/korku tarzından uzak hikayesi, 1994 yılında Frank Darabont tarafından senaryolaştırılarak sinemaya başarı ile aktarılmış. Aynı cümleyi, aynı ekibin elinden çıkmış “Yeşil Yol” için de söylemek mümkün. Tek fark olarak 1994 yerine 1999 yılını kullanarak. Evet, Darabont, “The Shawshank Redemption” dan 5 yıl sonra King’in bir başka başarılı romanı “The Green Mile” ı da başarılı bir şekilde beyaz perdeye taşıyacak ve bu kez başrolde, “The Shawshank Redemption” un aday olduğu yıl Oscar’ı Tim Robbins’in elinden kapan Tom Hanks’i oynatacaktır. Bu filmle En İyi Film dalında Oscar’a ikinci kez aday olacak ancak yine kazanamayacaktır.
“The Shawshank Redemption” un başarısının en önemli paydaşlarından biri olarak yönetmeni saymak hiç de gerçeğe aykırı sayılmayacaktır. Frank Darabont bu filmde yarattığı hava ile filmin hikayesinin geçtiği 1940’ların, 1950’lerin efsanevi, gösterişsiz ancak başarılı filmlerinin havasını yakalamış, telaşsız, herhangi bir efekte ya da teknolojik desteğe gerek duymaksızın, izleyiciye bir kadife yumuşaklığında ve naifliğinde dokunmayı başarmıştır. Tabii ki senaryonun ve oyuncu kadrosunun (başrolden en küçük role kadar) mükemmel performansları da bu başarıyı kolaylaştırmıştır ancak yönetmenin bu sonuçtaki rolünü görmezden gelmek filme yapılabilecek en büyük hakaretlerden biri olacaktır.
Filmin kadrosuna bakıldığında birinci kahraman Andy Dufresne rolü Tim Robbins’e ait görülse de başrolü kendisi ile paylaşan Ellis Boyd Redding (kısada “Red”) rolündeki Morgan Freeman’I kesinlikle pas geçmemek gerektiği çok aşikardır. Bu sebeple, o yılki Oscar’da, Forrest Gump ile mutlu sona ulaşan Tom Hanks’in karşısında rakip olarak, En İyi Aktör dalında Tim Robbins değil Morgan Freeman bulunmaktaydı.
Film oyunculuk açısından değerlendirildiğinde, tüm kadronun elini taşın altına sokarak müthiş bir katkı yaptıklarını söylemek mümkün. Tüm çatı Tim Robbins ile Morgan Freeman etrafında kurulu görünse de, Hapishane Müdürü Warden Norton rolündeki Bob Gunton, eski kütüphaneci Brooks Hatlen rolündeki James Whitmore, Baş Gardiyan Hadley rolündeki Clancy Brown, hapishanede dostlarımızın çevresindeki diğer mahkumları canlandıran aktörler ki en başta William Sadler’i anmak lazım ve tabii ki izleyenlerin yüreğini paramparça eden hikayesi ile Tommy rolündeki Gil Bellows bu harika filmin ortaya çıkmasını sağlamışlardır.
Kadrodan bahsetmişken hemen belirtmek gerekli ki filmde hemen hemen hiç kadın oyuncu yer almamıştır. Filmin başında çok kısaca görülen Dufresne’nin eşi rolündeki Renee Blaine en büyük roldeki aktris olarak görünmektedir. Tabii ki hikayenin aslına adını veren, aynı zamanda hapishanedeki mahkumların sinemada izlediği filmin başrolündeki ve aynı zamanda Dufresne’in hücresinin duvarını süsleyen posteri ile Rita Hayworth’u saymamak da olmaz. Doğal olarak aynı hücre duvarını, Hayworth’tan sonraki dönemde süsleyen Marlyn Monroe ve Raquel Welch’i de saymamız gerekli. Bunların dışında, özellikle Brooks ve Red’in dışarıda oldukları sahnelerdeki figürasyon (Brooks ve Red’in odasının kapısın açan pansiyon görevlileri, Brooks ve Red markette çalışırken çevredeki müşteri ve kasiyerler, otobüslerdeki yolcular, vb) dışında filmde başka hiç kadın oyuncu yer almamıştır.
Bu noktada filmde hiç görünmeseler de filme sesleri ile katkıda bulunan iki kadını anmadan geçmemek lazım. Filmin en önemli sahnelerinden biri Dufresne’in dahili anons sistemini kullanarak tüm hapishaneye müzik yayını yaptığı şarkı sahnesidir. Bu sahnede Dufresne, kütüphane için gelen kitap kolilerinin arasında plaklar bulur ve bunlardan birini pikaba koyarak çalmaya başlar. Sonrasında bu müziği tüm hapishaneye dinletir. Bu sahnede çalan plakta Edith Mathis ve Gundula Janowitz, Mozart’ın “”Le nozze di Figaro” (Figaro’nun Düğünü) operasından “Duettino Sull’aria” yı seslendirmektedirler.
https://www.youtube.com/watch?v=OtTCwH2mQTA
Bu müthiş sahne filmin unutulmaz sahnelerinden biri olarak hafızalarda yerini alacaktır. Sahnede, insan olmaktan uzaklaştırılmış mahkumların çalan müzikten nasıl etkilendiklerini, içinde bulundukları durumu, nerede olduklarını, aslında kim olduklarını, dışarının nasıl bir yer olduğunu ve orada neler olduğunu hatırladıklarını tüm çarpıcılığıyla sadece oyuncuların duruşları ve mimiklerinden görürüz. Özellikle kameranın, hapishane avlusundaki mahkumları gösterdiği kesitler izleyicinin damarlarına kadar işleyecektir. Ve Red’in aşağıdaki sözleri durumu net bir şekilde özetlemektedir.
“Bugün bile o iki İtalyan kadının ne söylediğine dair en ufak bir fikrim yok. Gerçeği söylemek gerekirse, bilmek de istemiyorum. Bazı şeylerin bilinmemesi daha iyi. Şarkının kelimelerle anlatılamayacak kadar güzel bir şeylerle ilgili olduğunu düşünmek istiyorum; kalbinizi derinden etkileyen bir şeylerle. Diyeceğim şu ki; o sesler en umutsuzca yaşayan birinin hayal bile edemeyeceği kadar uzağa ve yükseğe uzandılar. Sanki güzel bir kuş kanatlarını çırparak bizim tekdüze, minik kafesimize girip duvarlarımızı yok etti ve kısacık bir anlığına da olsa Shawshank’teki herkes kendini bir anlığına da olsa özgür hissetti.”
Bu sahne, sahnede yer alan diğer tüm oyuncuların yanı sıra, Tim Robbins’in filmdeki en önemli oyunculuk örneklerinden birini daha barındırmaktadır. Plağı ilk bulduğu, çalmaya başladığında, tuvaletteki gardiyanın seslendiğinde anahtarı eline alarak planını gerçekleştirmeyi ilk kafasına koyduğu ve sahnenin sonunda Hapishane Müdürü kapıya gelerek kendisine müziği kapatmasını söylediğinde kapatacakmış gibi pikaba uzanarak sesi daha da açtığı bölümlerde Dufresne’in yüz ifadeleri kelimelerle anlatılamaz. Rolüne büründüğü karakterin tüm hislerini sadece bir mimikle verebilen Tim Robbins’in performansı bu sahnede neredeyse tavan yapmaktadır.
Hazır filmin sahnelerinden bahsetmeye başlamışken, izleyicilerin zihnine kazınan bazı başka sahnelerden de kısaca söz ederek devam edelim.
Bu kapsamda söz edilmesi gereken en önemli sahnelerden biri, Red, Brooks’un 50 yılını geçirdikten sonra tahliye olduğu ve dışarıdan hapishanedeki dostlarına yazdığı mektubu okurken, Brooks’un dışarıdaki hayatını, çaresizliğini, özgür dünyadaki korkularını ve sonunda, devletin kendisini yerleştirdiği otel odasında, tavan kirişine çakısıyla “Brooks was here” yazısını kazıdıktan sonra intihar edişini izlediğimiz sahne sayılabilir.
Filmin bu bölümünü izlerken hangimiz, Brooks’un paytak yürüyüşünden, hapishane sonrası dış dünyadaki ilk otobüs yolculuğu sırasında öndeki koltuğun demirini tutarken görülen yüz ifadesinden ve her halinden okunabilen korkularından, içeride geçirdiği 50 yıl boyunca dünyanın ne kadar hızlı değiştiğini anlatışından, “Çocukluğumda bir kez bir otomobil görmüştüm, ama onlar artık heryerdeler” deyişinden ve yolda karşıdan karşıya geçerken yaşadığı heyecandan, markette paketleme işi yaparken ellerinin acıdığından bahsetmesinden, hapishanede güçsüz bir yavru iken alıp beslediği karga Jack’i ne kadar özlediğini ve bir gün çıkıp geleceğini anlatması ve parkta kuşları beslemesinden, geceleri rüyalarında kendisini yüksekten düşüyor olarak görüp uyanışından, bir silah alarak çalıştığı marketin müdürünü öldürüp (ki müdürün ölüşünün kendisine bir bonus olacağını da düşünüyor) evine (!) geri dönme planlarından ve son olarak da intihar edişinden etkilenmedik ki?
Filmin sonlarında Red’de aynı yoldan geçerek, Brook’la aynı otel odasında kaldığında ve aynı markette aynı işte çalıştığında da aynı görüntüler izleyicinin aklına gelir. İzleyici, Red’in de Brooks gibi pes ederek intihar edeceğini düşünürken Red, Andy’nin bıraktığı izi takip etmeyi seçtiğinde, odadan çıkmadan önce Brooks’un yazdıklarının yanına “so was Red” yazar.
Birbaşka etkileyici sahnede, Hapishane Müdürü kendine çıkar sağlamak için mahkumların dışarıdaki ağır işlerde çalışmalarını sağlar. İlk iş bir binanın çatısının onarılmasıdır. Red, Andy ve diğerleri binanın çatısını ziftlerlerken, acımasız Baş Gardiyan Hadley, yanındaki diğer gardiyanlarla, kendisine ağabeyinden kalan paranın başına açacağı vergilerden dert yanmaktadır. Bunu duyan Andy, mesleğinden doğan tecrübesini kullanarak ve herşeyi, evet, Hadley tarafından binanın çatısından aşağı atılmak dahil herşeyi göze alarak kendisini bu vergilerden kurtarabileceğini söyler. Ancak bu yardımı teklif ederken konuya giriş şekli oldukça ilginçtir. Andy, konuşmaya şöyle başlar:
Bay Hadley…karınıza güvenir misiniz?
Sinirden deliren Hadley, sürükleyerek aşağı atmak üzere binanın kenarına getirdiğinde Andy, parayı bir kerelik karısının üzerine devrederse vergiden kurtulabileceğini anlatır. Hatta gereken formları getirirse bunun için gereken bürokrasiyi de kendisi için halledebileceğini söyler. Buna karşılık ise çatıda çalışan her bir arkadaşı için üç şişe bira ister.
Sonraki sahnede adamlarımız güneşin altında buz gibi biralarını yudumlamaktadırlar. Red, Andy’nin bunu arkadaş edinmek ya da gardiyanlarla iyi geçinmek için değil, sadece kendisini normal hissetmek için yaptığını anlattığı sırada, Andy’nin arkadaşlarını izlerken görülen yüz ifadesi herşeyi izleyiciye yansıtmaktadır.
Etkileyici bölümlerden bir başkası, kısa rolüne rağmen izleyicinin gönlünde taht kuran Tommy’nin öldürüldüğü sahnedir. Tommy, kötü bir hırsız olarak birçok kez hapse girmiş ve yolu Shawshank Hapishanesinde ekibimizle kesişmiştir. Gençliği, heyecanı ve anlattığı hikayeler ile kısa sürede diğerlerinin sevgisini kazanır. Sonrasında Andy, kendisine Lise’den mezun olması için yardımcı olur ve onu sınavlara hazırlar. Bir sohbet sırasında Andy’nin niçin içeride olduğunu öğrenince, Red’e, birkaç yıl önce aldığı bir ceza için girdiği Thomaston Hapishanesi’nde tanıştığı azılı suçlu Elmo Blatch’ın kendisine anlattığı, bir bankacının karısını ve aşığını öldürdüğü ve suçun bankacıya kaldığı hikayesini aktarır. Andy, gerçek suçluğu bulmuş olmanın heyecanı ile, yıllardır para aklamasına ve zengin olmasına yardım ettiği Hapishane Müdürünün yanına gider ve davayı yeniden açmak için yardımını ister. Müdür, akan paranın kesileceğinden korkarak Andy’i iki ay hücre cezasına gönderir ve Tommy’i bir akşam konu hakkında konuşmak için hapishane avlusuna çağırtarak Hadley’e öldürtür. Olaya kaçış süsü vererek de konuyu kapatır. İzleyici bu bölümde Andy’nin kurtuluş umudu ile heyecanlanır, Müdürün acımasızlığı ve hırsı ile öfkelenir, Tommy’nin ölüşü ile üzülür. Müdür, kaldığı hücreye kadar giderek Andy’e, Tommy’nin ölümünü anlatarak kendisine göz dağı verdiği ve para aklamasına yardım etmeyi sürdürmezse kendisine başka ne işkenceler yapacağını anlattığı sahnede ise umutsuzluk ve haksızlığa isyan duygusu kullanıcıyı sarmalamaktadır.
Film boyunca ardı ardına sıralanan daha birçok vurucu sahnenin arasında öne çıkan bir başkası olarak Andy’nin hapishaneden kaçışının gösterildiği bölümden mutlaka bahsetmek gereklidir. Tommy’nin ölümünden sonra elindeki herşey alınmış olan Andy artık pes etmiş gibi görünmektedir. Andy’nin, çamaşırhaneden ip aldığını öğrenen Red’in tepkisi, izleyiciyi de Andy’nin intihar edeceğini düşündürmektedir. Red’in, gözünü kırpmadan beklediği gecenin sabahı yapılan sayım sırasında Andy’nin hücresinden çıkmaması ve hücreyi kontrol etmek üzere gelen gardiyanın hücreye baktığında ekrana gelen yüz ifadesi, Andy’nin de Brooks gibi kendini asarak intihar ettiğinin teyidi gibidir. Sonrasında flash-back’ler ile gerçeği izleriz.
Andy, bir usta bir el mahareti ile Müdür’ün tüm kirli çamaşırlarının olduğu evrakları alır ve yerine incil ile başka evrakları kasaya koyar. Sonrasında müdürün kendisine temizlenmesi için verdiği ayakkabıları ile takım elbisesini, hapishane kıyafetlerinin altına giyerek hücresine gelir. Hücresinin duvarındaki Raquel Welch posterinin arkasına gizlediği ve yıllardır taş oymacılığı için kullandığı minik keskisi ile kazdığı ve çıkan toprakları pantolonunun cebinde getirerek hapishane avlusuna boşalttığı tünelden, kanalizasyon borularının olduğu boşluğa, oradan da bir taş ile, o gece yağan yağmur sırasında düşen yıldırımların seslerine gizleyerek deldiği bu kanalizasyon borusunun içinde tam 500 metre dışkıların arasında sürünerek hapishanenin dışındaki nehre ulaştığı kaçış hikayesini izleyen izleyici bu sırada duygudan duyguya sürüklenecek, coştukça coşacaktır. Sonrasında Andy, yıllar süren para aklama çalışmaları sırasında yarattığı ve posta ile elde ettiği sahte doğum belgeleri ve sosyal güvenlik numaraları ile yoktan var ettiği sanal karakter Randall Stevens olarak bankalardaki tüm parayı çeker, müdürün tüm kirli çamaşırlarını bir gazeteye postalar ve yıllardır hayalini kurduğu Zihuatanejo’ya gider.
Evet, Stephen King, izleyiciyi yine ters köşe yapmıştır. Hikaye boyunca ilmek ilmek işlediği kurgu ile umut ateşini azar azar söndürerek izleyiciyi “adaletin bu mu dünya?” sonucunu irdeleme noktasına kadar getirmiş ama son anda sönen ateşin közlerinden tekrar harladığı o muhteşem alev ile konuyu mutlu sona bağlamıştır.
Film hakkında söylenecek çok fazla söz vardır. Sadece izleyiciyi kavrayan ve silkeleyen sahneler değil, bir çok ayrıntı ve daha önemlisi sinema tarihine geçecek diyaloglar ve sözlerle doludur. Bazılarından kısaca bahsedelim.
Zihinlere Kazınan Önemi Sözler:
- Andy hapse düştükten iki ay sonra sonunda biri ile iletişime geçer. Bu kişi Red’dir. Aralarında geçen diyaloğun bir bölümü aşağı yukarı şöyledir:
– Buraya nasıl düştün?
– Ben masumum.
– Burada kimse suçlu değil ki zaten
- Daha sonra yine bir sahnede Andy, Red’e neden orada olduğunu sorar:
– Sen de buradaki herkes gibi suçsuz musun ?
– Shawshank’deki tek suçluyum…
- Get busy living or get busy dying
Sanırım bunun üzerine söylenecek ilave bir söz olamaz. Red ile yaptığı bir sohbette Andy, dışarıya ait, özgürlüğe ait, Zihuatanejo’ya ait içindeki umudu bu sözlerle tanımlar.
- Brooks’un, cezasını bitirdiğinde, tahliye olmamak istemesi üzerine Red’in yorumu, “hapishanede olmak” kavramını bütün çıplaklığıyla açıklıyor:
“Bu duvarlar tuhaftır. Önce onlardan nefret edersin. Sonra alışırsın. Yeteri kadar zaman geçtikten sonra tek güvencen olurlar. İşte ‘Kurumsallaşmak’ budur.”
- Andy, hapishaneye yaptığı müzik yayını sonrası aldığı 2 haftalık hücre cezasını bitirip diğerlerinin yanına döndüğünde, arkadaşları iki haftanın insana yıllar gibi geldiğini söyerler. Andy onlara içeride zamanın çok kolay geçtiğini, içeride Mozart dinlediğini söyler. “Ne o içeride pikap mı vardı?” diye sorduklarında Andy onlara müziğin zihninde ve kalbinde olduğunu anlatır. Red ile aralarında şu diyalog geçer:
– Müzik buradaydı yani içimde. Müziğin güzelliği budur. Bunu sizden alamazlar. Hiç müzik için böyle şeyler hissetmemiş miydiniz?
– Ben genç bir adamken mızıka çalardım. Sanırım ilgimi kaybettim. İçerideyken fazla bir anlamı yok.
– En fazla anlamı olduğu yer burasıdır. Unutmamak için ihtiyacın var.
– Unutmak mı?
– Dünyada taştan ibaret olmayan başka yerlerin de olduğunu. Birşeyler var… İçinde… Alamayacakları ve dokunamayacakları birşeyler. O sana aittir.
– Sen neden bahsediyorsun?
– Umut…
Andy, burada “Özbenliğin” ne olduğunu çok iyi tanımlamaktadır.
- Ancak “Umut” hakkında Red, Andy ile aynı fikirde değildir. Yukarıdaki sahnenin devamında Red, Andy’e hapishane hayatını kolaylaştırmak için dışarıya ait umutlarını bitirmesi gerektiğini anlatmak için “Umut tehlikelidir. Umut bir insanı deli edebilir. Bu iyi değildir” der. Andy cevabını filmin ilerleyen sahnelerinde verecektir: “Unutma Red, umut iyi bir şeydir, belki de en iyisi. Ve iyi şeyler asla ölmez.”
- Yine umut hakkında konuşurlarken: “Fear can hold you prisoner; hope can set you free…” Yani: “Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsün”
- Andy artık müdürün para aklama operasyonunu iyice büyütmüştür. Tüm işi gerçekte olmayan Randall Stevens adında birini yaratır ve tüm operasyonu Randall’ın üzerine kurarak yürütmektedir. Kütüphanede kitapları yerleştirirken detayları anlattığında Red duyduklarına inanamaz ve Andy’e hayranlığı bir kat daha artar. Konuşmanın sonunda Red “sen bir dahisin” dediğinde Andy’nin cevabı tüm filmi özetlemektedir:
“Asıl garip olan dışarıdayken çok dürüst biriydim. Sahtekar olmak için hapse girmem gerekiyormuş.”
Göndermeler:
- Kurtuluş İncil’de:
Andy otobüs dolusu başka mahkumla birlikte hapishaneye ilk geldiğinde, Müdür Norton onlara bir konuşma yapar. Bu konuşma sırasında disipline ve İncil’e olan inancından bahseder. Sonrasında yapılan bir hücre araması sırasında bizzat Andy’nin odasındaki aramaya eşlik eder. Arama sırasında Andy’nin elinde bir İncil vardır. Arama sırasında Andy’nin odasında bir şey bulamazlar. Müdür o sırada Andy’nin elindeki İncil’i görür ve bu durumdan ne kadar mutlu olduğunu dile getirir. Arama sonunda hücreden çıkar ve İncil’i Andy’e iade ettiğinde “Kurtuluş içinde yatıyor” der.
Andy hapishaneden kaçtığında Norton’un ilk yaptığı iş, odasının duvarına gizlenmiş kasadaki hesap defterini ve evrakları kontrol etmek olur ve görür ki evrak defteri yerine kasanın içinde Andy’nin İncil’i vardır. İncil’i açtığında içine keski şeklinde oyulmuş bir bölüm olduğunu farkeder. Yani arama sırasında Norton İncil’i Andy’e iade ederken, Andy’nin hapisaneden kaçmasını sağlayacak küçük taş keskisi, diğer bir deyişle Andy’nin kurtuluşu gerçekten İncil’in içindedir.
İşin ilginç kısmı, İncil’in içinde oyulan bölümün hemen öncesindeki son sayfada Exodus ayeti yer almaktadır. Exodus kelimesi, Latince’de, “çıkış” ya da “göç” anlamına gelir. Antik Yunanca’daki “dışarı” anlamına gelen “ex” ve “yol” anlamına gelen “hodos” kelimelerinin birleşiminden oluşmaktadır. Beş kitaptan oluşan Tevrat’ın ikinci cildinin adıdır ve Hz. Musa’nın İbrani’leri Mısır’dan çıkışını anlatmaktadır. Benzer şekilde İncil’de da Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkışı anlatılmaktadır.
Bu noktada, ters yönde bir başka göndermeden de bahsetmeden geçmeyelim. Bir diğer efsane Lost dizisinin ilk sezonunun son iki bölümünün adı da “Exodus: Part 1” ve “Exodus: Part 2” dir. Bu bölümlerde de kazazedelerin bir bölümü ambar ya da daha yaygın bilinen adı ile “hatch” in kapağını açmaya çalışırlarken, diğer bölümü de kendilerini “The Others” dan korumak için sahildeki kampı mağaraya taşımaktadırlar.
- Monte Cristo Kontu:
Alexandre Dumas’ın bu ünlü eserinde, işlemediği bir suçtan dolayı hapiste 14 yılını geçiren, hapisten kurtulduktan sonra hapiste tanıştığı Abbe Farya’dan öğrendiği bilgilerle Monte Kristo adasındaki büyük bir hazineyi ele geçiren ve bu para ile Monte Kristo Kontu kimliğine bürünerek kendisinin hapse düşmesine sebep olanlardan intikam alan Edmond Dantes’nin hikayesini anlatmaktadır. Filmimizle ne kadar benzer bir hikaye değil mi?
Filmin, Monte Kristo Kontu ile tek ilişkisi bu benzerlik de değil üstelik. Filmde, Andy, Red ve arkadaşları, kütüphane için bağışlanan kitapları kategorilerine göre istiflemekte ve ilgili raflara yerleştirmektedirler. Aralarında orijinal haliyle şu konuşma geçer:
Heywood: Count of Monte Crisco.
Andy: That’s “Crest,” you dumb shit.
Heywood: By Alexandree… Dum-ass. Dumb ass. Dumb ass?
Andy: Dumas. Know what that’s about? You’d like it. It’s about a prison break.
Red: We ought to file that under “Educational” too, oughtn’t we?
Çevirmeye çalışırsak:
Heywood: Monte Krisko Kontu.
Andy: Kristo, aptal.
Heywood: “Aleksandre, Dumas. Sersem. (Dumb ass)
Andy: Dumas. Konusunu biliyor musun? Çok beğeneceğinizden eminim. Bir hapisaneden kaçış hikayesi.
Red: Bu durumda onu da eğitim kitapları bölümüne koymalıyız değil mi?
- Benzer şekilde The Shawshank Redemption’un konusu, Lev Tolstoy’un suçsuz yere 26 yıl hapiste yatan Ivan Dmitrich Aksionov’u anlattığı “God Sees the Truth, But Waits” öyküsüyle benzerlikler taşımaktadır.
- Alcatraz Kuşçusu:
The Shawshank Redemption, kendisinden önce yapılmış onlarca güzel hapishane ve hapishaneden kaçış filminin izleyicilerde bıraktığı izlenimi başarı ile sürdürmekte ve hatta imdb.com sonuçlarına bakılacak olursa, birkaç adım ileri götürmektedir. O muhteşem filmlerden biri de Alcatraz Kuşçusu’dur. Filmde, Burt Lancester’in canlandırdığı Robert Stroud karakteri, dünyanın en iyi korunan hapishanesi Alcatraz’a gönderilir. Burada yaşadığı süre içerisinde yaralanarak hücresinin camına gelen bir kuşla ilgilenen Stroud bir süre sonra kuşlar ve onların hastalıkları konusunda bir uzmana dönüşür.
The Shawshank Redemption’da da Brooks, yuvasından düşen yavru bir karga olan Jake’i beslemektedir. Jake, hapishaneden çıktığı güne kadar Brooks’un en iyi dostu olacaktır.
Hatalar:
Filmde bir çok hata yer almaktadır. Çatı sahnesinde Baş Gardiyan Hadley’nin şapkasının gölgelik kısmında ses kaydını yapan bum mikrofonunun gölgesinin görünmesi ya da Warden Andy’nin hücresinde arama yaparken pencere önündeki taştan oyulmuş satranç taşının bir planda ayakta, diğer bir planda yere devrilmiş görünmesi veya Red, Andy’nin anlattığı şekilde Buxton’daki ağacın yanındaki duvarda, taşın altında metal kutuyu bulduğunda, kutunun içindeki plastik poşetin bir sahnede sağdan bir diğerinde soldan katlanmış olması gibi süreklilik hatalarını bir tarafa bırakırsak, filmde bolca zaman ya da dönem hatası olduğunu söylemek gereklidir. İzleyicilerin büyük bölümünün gözünden kaçan, ilgili konu hakkında bilgi gerektiren bu hatalardan birkaçı şöyle:
- 1967 yılında geçen bölümlerde, 1975 yılında piyasaya çıkacak olan More sigaralarının görünmesi,
- Filmin başında, henüz 1947 yılında geçen mahkeme sahnesinde 1955 yılında piyasaya çıkan 1955 Shure SM55 model bir mikrofonun görünmesi,
- 1949 yılında geçen, “çatı tamiri” sahnesinde çevirerek açılan bira kapaklarının olması (o dönemde bira şişeleri çevir-aç kapaklı değildi),
- Andy’nin 1966 yılında hapisten kaçtıktan sonra Meksika’ya giderken 1969 model bir Pontiak GTO’ya binmesi (bu sahnede 1965 model bir Mustang kullanılması planlanıyormuş ancak son dakikada değişiklik olmuş),
- Andy 1966 yılında hapisten kaçtığında duvarında asılı olan Raquel Welch posterinde bir sahnesinde göründüğü “One Million Years BC” filminin, Amerika Birleşik Devletlerinde 21 Şubat 1967’de vizyona girmesi
Bunların hepsi, vizyona giren hemen hemen tüm filmlerde bolca rastlanan hatalardan. Ancak, filmimize dair söylenen en büyük hatanın bir mantık hatası olduğunu burada belirtmekte fayda var. Andy hücresinden sadece bir kişinin geçebileceği dar bir tünelle kaçmaktadır. Peki, bu tünele giren bir insan, nasıl olur da tekrar arkasına dönerek, hem de ters tarafından, duvardaki posteri dört köşesinden duvara yapıştırabilir? İşte bu hata, film hakkında, üzerinde en çok tartışılan hatalardan biridir. Yoksa Andy, sadece üst bölümü yapışık posterin arkasındaki tünele girdikten sonra, posterin altındaki yapıştırıcılar kendiliğinden duvara mı yapışmıştır? Ya da yapışık değiller midir?
Yönetmen Darabont filmin DVD kopyasında bunun bir film hilesi olduğunu ve kabullenilmesi gerektiğini söylemektedir.
Komplocu bir yaklaşımla, bu basit hataya ya da yönetmenimizin değişiyle “hileye” bir anlam yükleyerek, Andy’nin hapishane içinde bir işbirlikçisinin olduğunu ve Andy kaçtıktan sonra posteri yeniden duvara yapıştırdığını düşünmek çok mu abartılı olacaktır?
Film Hakkında Bazı İlginç Bilgiler:
– Andy’nin kaçış sahnesinin çekimleri sırasında içinden sürünerek geçtiği kanalizasyon borusunda çikolata şurubu kullanılmıştır.
– Filmin çekimlerinde Andy’nin ellerinin göründüğü sahnelerde, aslında Tim Robbins’in değil, yönetmen Frank Darabont’un elleri görünmektedir.
– Shawshank Hapishanesi’nin bina çekimleri için, Mansfield’deki Ohio Eyalet Islahevi’nin binası kullanılmıştır. Binanın yıkım kararı verilmesine rağmen film çekimleri için bu yıkım bir yıl kadar ertelenmiştir. Islahevinin Yönetim ve Hücre binaları, turistik amaçlı olarak yıkılmayarak ziyarete açılmıştır ayrıca daha sonrasında başka bazı filmlerde ve müzik kliplerinde kullanılmıştır.
– Andy ile Red’in ilk diyaloglarının yaşandığı hapishane avlusundaki Beyzbol sahnesinin çekimleri 9 saat sürmüş, Morgan Freeman, bu 9 saat boyunca hiç sızlanmadan atış ve tutuşlar yapmış ancak ertesi gün filmin çekimlerine kolu askıda olarak gelebilmiştir.
– Frank Darabont senaryo için novellanın haklarını Stephen King’den sadece 1 dolar karşılığında satınalmıştır.
– Filmin senaryosunun alındığı Stephen King’in novellası “Rita Haywort and Shawshank Redemption” un yer aldğı “Different Seasons” kitabındaki diğer üç novelladan ikisi daha filme çekilmiştir. “Stand By Me” 1986’da, “Art Pupil” 1998’de filme alınmış, kitabın diğer novellası “The Breathing Method” şimdiye kadar filme çekilmemiştir.
– Filmi çeken Castle Rock Enternainment’ın ortaklarından Rob Reiner, aynı kitapta yer alan Stan By Me’yi filme alan yönetmendir. Frank Darabont senaryosu için Castle Rock ile anlaşrıktan sonra Reiner kendisine senaryo için 2.5 milyon Dolar ve Andy Dufresne rolu için Tom Cruise ile Red rolü için Harrison Ford’u teklif etmiştir.
– Darabont senaryoyu 8 haftada yazmıştır. Senaryo sırasında bir çok aktirisin filmi Rita Hayworth’un bir biyografisi olduğunu düşünerek bu rolü için kendisine başvurması üzerine novelladaki Hayworth ile ilgili bölümleri senaryodan tamamen çıkarmaya karar vermiştir. Senaryonun yazılmasından sonra kasting sürecinde bir süpermodelin menejeri Darabont’a ulaşarak, senaryonun şimdiye kadar okuduğu en iyi senaryo olduğunu söyleyerek Hayworth’un (aslında olmayan) sahneleri için temsil ettiği süpermodelin mükemmel uyacağını söylemiştir.
– Darabont, filmin Red tarafından anlatılması ve kullanılan bu teknik konusunda Martin Scorsese’nin Goodfellas filminden ilham aldığını açıklamıştır.
– Aslında, çekimler sonrasında kaydedilecek dış sesin eşitlenmesi çok da kolay olmayacağı için, Morgan Freeman’ın sesi çekimler öncesinde kaydedilmiştir. Ancak çekim kalitesi yeteri kadar iyi olmadığından, Freeman aynı kaydı yapım aşamasında tekrar yapmak zorunda kalmıştır.
– Filmin sonunda, kaçış sonrası, Dufresne’in yağmur altında ellerini göğe kaldırdığı ve filmin afişi dahil her yerde simgesi haline geldiği sahne filmde net olmayan tek çekimdir.
– Yukarıda da yer alan, Andy’nin taş keskisini İncil’in içindeki Exodus ayetinden sonraki bölümü oyarak içine yerleştirmesine ait espri, filmin dekorcusu Tom Shaw’dan gelmiştir.
– King’in orijinal öyküsünde, Red, aslında orta yaşlı bir İrlandalı’dır. Filmde’ki tanışma sahnesinde de Andy, kendisine neden öyle dendiğini sorduğunda Red ona “Bilmem, belki İrlandalı olduğum içindir” şeklinde cevap vererek King’e bir selam göndermektedir. Aynı zamanda da Red, belki de dünyadaki tek Zenci İrlandalı olarak sinema tarihindeki yerini almaktadır.
– Red’in şartlı tahliye evraklarında görünen gençlik resmi, aslında Morgan Freeman’ın oğlunun resmidir.
– Filmin sonunda Andy’nin söylediği şekilde Red’in kendisine bırakılan kutuyu bulmak üzere gittiği ağaç gerçekte Buxton’da değil, Ohio’daki Malabar Farm State Park’ta yer almaktadır.
– Filmde Dufresne’in, Warden’dan çaldığı 370.000 dolar ilk bakışta çok görünmese bile, ABD’deki enflasyon göz önüne alındığında 2014 yılının 2.75 Milyon Dolarına karşılı gelmektedir.
– Frank Darabont’un filmin sonunda filmi adadığı Allen Greene, Darabont’un, tıpkı Andy ve Red gibi sıkı dostu olan ve filmin çekimlerinden kısa süre sonra ölen yakın arkadaşıdır.
– Filmin Türkiye’de sık sık gösterildiği Star TV’nin özel olarak yaptırdığı dublajında, Andy’i Yekta Kopan, Red’i de Nur Subaşı seslendirmiştir. Bu dublaj, filmin ülkemizde belki de bu kadar çok sevilmesinin en önemli nedeni olarak görülmektedir. Birçok izleyici, filmin orijinal DVD’sinde kullanılan dahil başka Türkçe dublajları ile ve hatta dublajsız orijinal hali ile dahi izlendiğinde aynı keyfi almadığını belirtmektedir.
– Brook’un ölmeden önce odasındaki kirişe kazıdıkları sayesinde, İkinci Dünya Savaşı sırasında “Kilroy Was Here” şeklindeki graffitiler ile ortaya çıkan ve Amerikan Popüler Kültürünün bir parçası olan “Was Here” kalıbı yeniden dünyaca meşhur olmuştur.
– Stephen King ile 237 sayısı arasında bir bağlantı olduğu söylenmektedir ki bunu da sitemize Stephen King ile ilgili ileride koyacağımız bir yazıda inceleme fırsatını bulmak güzel olacaktır. İşte bu gizemli sayı Shawshank Redemption’da da yer almaktadır. Red’in hücre numarası 237’dir. Ayrıca bu sayıyı oluşturan rakamlar, Andy’nin hapishane numarasında da (37927) göze çarpmaktadır.
– Ünlü Amerikan animasyon dizisi Family Guy’un “Three Kings” adlı bölümünde “Misery” ve “Stand By Me” ile birlikte, Stephen King’in sinemaya aktarılan bir diğer filmi olan “The Shawshank Redemption” da yer almaktadır. Bu bölümde, dizinin baş karakteri Peter, Andy Dufresne rolündedir.
– Film, haklı söhreti sayesinde daha bir çok yerde, birçok kişiye esin kaynağı olmuş, bir şekilde kendisine göndermeler yapılan birçok yerde öyle ya da böyle yer almıştır. Aşağıda, film için yapılmış bazı farklı afişlerden ve film ile ilgili hazırlanmış görsel materyallerden örnekler bulabilirsiniz. (bu yazıda kullanılan materyallerin tamamının tüm hakları sahiplerine aittir)
Evet, The Shawshank Redemption, öyle ya da böyle, sinema tarihindeki unutulmaz yerini almış ve büyük bir çoğunluğun zihnine kazınmıştır. Filmin değerini yazı ile anlatmak mümkün olmasa da, bir izleyici olarak dikkatimizi çeken bazı noktaları özetlemeye çalıştık. Filmde ve esinlenildiği edebi eserde emeği geçen tüm ustaları saygı ile selamlayarak yazımızı tamamlayalım.
Beğendiniz mi?
Bu da ilginiz çekebilir:
Harika bir film ne zaman rastlasam izlerim
Orhan Bey,
Gerçekten harika bir film. Zaten tüm dünyada da takdir görmüş ve beğenilen bu film hakkında elimizden geldiğince ilginç ve bilinmeyen bilgileri derlediğimiz yazımıza gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederiz.
Saygılarımızla,
Live A+
Mükemmel bir film, izlemem için vesile olan yazarlara çok teşekkür ederim. Yapımcılara ve oyunculara çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız.
Sinema tarihi açısından çok önemli bir film. Emeği geçenlere borçluyuz. Haklısınız
Bu yazıyı okuduktan sonra teşekkür etme ihtiyacı hissettim. Emeğinize sağlık bu ilginç bilgiler için TEŞEKKÜRLER.
İlginiz için çok teşekkürler. Beğenmenize çok sevindik
ilk defa bir sitede üşenmeden atlamadan her şeyi inceleyerek ayrıntılı bir şekilde okudum ve okudukça şaşırdım.Emeği geçen herkese teşekkürler
Bu harika yorum için çok teşekkürler. İlginiz ve yorumunuzla verdiğiniz destek için müteşekkiriz.
Gerçekten üşenmeden tek bir satır bile atlamadan okudum. Teşekkür etmesek ayıp olurdu. Emeğinize sağlık.
Bu nasıl güzel bir yorum ve ben ne kadar geç görmüşüm. Okuduğunuz, beğendiğiniz ve yorumladığınız için çok çok teşekkürler.
Hayatımda ilk kez bir film hikayesi okudum. Bu hikayeyi santim santim anlatan, muhteşem detaylarla filmi adeta yaşatan sevgili admin; sağlık, mutluluk ve başarı dolu ömür dilerim.
Harika bir yorum. Bizim için özel olan bu filme dair beğenileriniz bizi çok mutlu etti. Sağlıklı günler dileriz.
Ciddi emek harcanarak yazılmış. Teşekkür ederim
Çok teşekkürler
En az film kadar etkileyici bir yazi olmuş Tek nefeste okudum dersem yeridir. Elinize sağlık.
Harika bir yorum. Çok teşekkürler.