Çevrenizde hastalık hastası olan kimse var mı? Ben de onlardan biriyim. Az sonra okuyacaklarınızı da diğer hastalıklarımın yanında sadece benim yaşadığım bir hastalık zanneder, “Ne ender bir hastalığım var” derdim. Hem haklı hem de haksızmışım. Evet bu bir hastalıkmış (haydi o kadar abartmayalım, hastalık demeyelim şimdilik takıntı diyelim) ama ender değilmiş. İnternette gezinirken rastladığım bir yazıdan öğrendiğim, sonrasında yaptığım araştırmada ne kadar yaygın olduğunu şaşırarak gördüğüm bir durum: Tsundoku.
Yok, yok, sudoku değil, tsundoku.
Tsundoku
Son dönemde Japonca’dan önce İngilizce’ye, sonrasında da diğer dünya dilleriyle birlikte Türkçe’ye de giren kelimelerden biri Tsundoku. Tıpkı, “sudoku”, “karaoke” ve “tsunami” gibi.
Sürekli okuyabileceğinden fazla kitap satın alıp onları biriktirme durumunu tanımlıyor.
Kelimenin kökeni Japonya’nın modernleştiği Meiji Restorasyonu dönemine dayanıyor. Aslında bir sözcük oyunu yani cinas.
Tsundoku’nun Japonca yazılışı şöyle: 積ん読
Aslen “Tsunde oku” sözünden geliyor. Yani yazılı bir şeylerin üst üste yığılması, bir yığın haline gelmesi: 積んでおく
Bizde kelime kökenleri anlatılırken sıkça kullanılan bir klişe vardır: zaman içinde ağızdan ağıza, söylene söylene şu şekli almıştır diye. İşte “Tsunde oku” daki “oku” (おく) Japonca’da zaman içerisinde “doku” ya (読), yani okumak, okunacak şey anlamına, deyim ise “Tsunde doku” ya dönüşmüş. Yani “okunacak şeylerin üst üste yığılması”. Söylenmesi zor olan bu deyim de zaman içerisinde tıpkı bizdeki gibi ağızdan ağıza söylene söylene, birleşerek tek bir kelimeye “tsundoku” ya dönüşmüş.
Aşağıdaki görsel Wemedge adlı bir Reddit kullanıcısının 12 yaşındaki kızından “Tsundoku” yu resmetmesini istemesi üzerine yaptığı çizimi gösteriyor.
Yeri gelmişken benzeri bir takıntıdan veya korkudan daha bahsedeyim: Abibliofobi – Abibliophobia Bu terim de okuyacak bir şeyin kalmamasından korkmak anlamına geliyormuş.
Tsundoku’yu araştırırken gördüm ki, farkında olsun ya da olmasın bu durumda bir çok insan varmış. Genellikle de erkekler bu durumda daha çok şikayetçi. Kadınlarda daha mı az görülüyor yoksa kadınlar bu durumu kendilerine daha mı az itiraf edebiliyorlar bilmiyorum.
Tsundoku’ya tutulan insanlar, kitapçıları gezmeyi çok seviyorlar. Tabii ki sadece gezmek değil. Gezerken gördükleri değişik tür ve konulardaki kitapları beğenip hemen alıyorlar. Sonra da evdeki kitaplık, dolaplar, masa ve sehpaların üzerleri, yatak başucu üst üste sıralanmış kitaplarla dolmaya başlıyor.
Tabii ki günümüzde tsundoku’ların sayısının artmış olması çok normal, çünkü okunacak öyle çok kitap var ki. Her gün birbirinden güzel onlarca yeni kitap raflarda yerini alıyor. Bu güne kadar yazılmış ve okumaya değer kitapları da eklediğinizde, okumak isteyene hitap edebilecek binlerce kitap olduğunu düşünmek hiç de zor değil.
Öte yandan, teknolojinin geldiği seviye de günlük hayatta kitap okumayı hem zorlaştırıyor hem de kolaylaştırıyor. Zorlaştırıyor çünkü sosyal medyada geçirilen zaman kitap okuma gibi faaliyetlerin en büyük düşmanı. Öyle çok uyaran var ki, insan ister istemez bu tempoya kapılıyor ve uyarıcı birşey olmasa bile refleks olarak kendisini sürekli akıllı telefonunu kontrol etmek zorunda hissediyor. Bunun bile bir hastalığı var. Cebindeki telefonu titremese bile sanki titriyormuş gibi hissetme takıntısına textaphrenia deniyor.
Diğer taraftan, teknoloji kitaplara erişimi kolaylaştırıyor da. eKitaplar sayesinde çantanızda kolaylıkla taşıyabileceğiniz bir cihaza yüzlerce kitabı sığdırmanız mümkün. Ancak tsundoku’lar, kolayca erişebildikleri ve asla okumayacakları yüzlerce kitabı bilgisayarlarında ve eKitap okuyucularında biriktirmekle meşguller.
Neyse biz basılı kitaplara takıntılı tsundoku’lara dönelim. Tsundoku hastası, zaman içerisinde, kendisine “asla okumayacağını” itiraf edebildiği kitapları zor da olsa elinden çıkarmayı başarabilir belki ama bu kitapların sayısının çok fazla olduğunu sanmayın sakın. Bunlar, devede kulak misalidir ve aysberg’in su altında kalan kısmına asla kıyılamaz, elden çıkarılamaz. Çünkü tsundokunun belki de en önemli sebeplerinden biri “sahip olma arzusu” dur.
Aslında o da biliyordur o kitabın kapağını hiç açmayacağını. Ama ya ihtiyacı olursa? Ya aniden okumak isteyiverirse? Ya vakti olur, ilham gelir ve yüzlerce diğer kitap arasından, aniden onu okumak isteyiverirse? O zaman bu kitap kalsın. Bu da. Bu da… Ve tabii ki bu da…
O kitapların elinin altında olması tsuntoku’yu tatmin ve mutlu eder. Mesuttur kitaplarıyla yaşamaktan.
Ünlü Alman düşünür Walter Benjamin, kendisiyle röportaja gelen ve çalışma odasında koli içerisinde yeni alınmış onlarca kitabı görerek, biraz da alay edercesine bu kitapların hepsini okuyacak vakit bulup bulamayacağını soran muhabire şöyle cevap verir:
“Kitaplar yalnız okumak için değil, aynı zamanda birlikte yaşamak içindir de”
Oysa bir başka düşünür Seneca ise Benjamin’den neredeyse iki milenyum önce şöyle demiştir:
“Fazla kitap dikkat dağıtır. Sahip olacağın tüm kitapları okumak mümkün olmayacağına göre, okuyabileceğin kadarına sahip olmak yeterlidir.”
“Distringit librorum multitudo; itaque cum legere non possis quantum habueris, satis est habere quantum legas”
Buradan yola çıkarak Eski Roma’da bile tsundokuların olduğunu varsayabiliriz. Yani, kültür kadar, tarih kadar eski bir durumdan bahsediyoruz. Ki bu durum da vicdan azabımı bir miktar azaltıyor. Yalnız değilim.
Yalnız değiliz anlaşılan dünyanın en güzel hastalığı bu
Katılıyoruz. Biz de hastalığımızdan hiç şikayetçi değiliz. 🙂